Wednesday, October 04, 2006

Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
"O olmazsa yaşayamam" demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela.
O daha az severse kırılırsın.Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin O'nu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini...
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,Güneşi, ayı, yıldızları...
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
"O benim..." diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir şeylerin...
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya, ya da pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.Çok sahiplenmeden, çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın.
Ucundan tutarak…
CAN YÜCEL

Tuesday, September 19, 2006


"İşte bereket ayı olan Ramazan geldi. Artık Allah'ın rahmeti sizi kuşatır. O ay, yeryüzüne bol bol rahmet iner. Günahlar affedilir. Dualar kabul olunur. Allah sizin iyilik ve ibadette yarışmanıza bakar da, bununla meleklerine karşı iftihar eder. Öyle ise kulluğunuzla kendinizi Allah'a sevdirin. Asıl bedbaht olan da, bu ayda Allah'ın rahmetinden nasibini alamayandır."(1)

"Ey insanlar büyük ve mübarek bir ay yaklaştı, gölgesi başınızın üstüne düştü. Bu öyle bir aydır ki, içinde bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi vardır. Allah o mübarek ayın gündüzlerinde orucu farz, gecelerinde nafile namazı meşru kıldı. Bu ayda küçük büyük bir hayır yapan insan, başka aylarda bir farz eda etmiş gibi sevap alır.Bu ayda bir farzı yapmak, başka aylarda yetmiş farz yerine geçer.Bu ay Allah için açlık ve susuzluğun, taat ve ibadetin meşakkatlerine sabır ve tahammül ayıdır. Sabrın karşılığı da Cennettir.Bu ay yardımlaşma ayıdır.Bu ay mü'minlerin rızkını arttıracak aydır.Bu ayda her kim oruçlu bir mü'mine iftar edecek bir şey verirse, yaptığı bu iş günahlarının bağışlanmasına ve Cehennemden kurtulmasına sebep olur. Oruçlunun sevabından da hiçbir şey eksilmeden onun kadar sevaba kavuşur."
"Bu ayın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da Cehennemden kurtuluştur.Bu ayda kim kölesinin (işçi ve hizmetçisinin) işini hafifletirse, Allah da onu affeder ve Cehennemden uzak tutar.Bunun için bu ayda şu söyleyeceğim dört hasleti fazlasıyla bulundurmaya çalışınız. Bu dört hasletten ikisi ile Rabbinizi razı edersiniz, diğer ikisinden ise hiçbir zaman ayrı kalamazsınız.Rabbinizin rızasına sebep olan hasletlerin birisi, kelime-i şehadete devam etmeniz, diğeri de Allah'tan mağfiret dilemenizdir.Vazgeçemeyeceğiniz iki hasletin biri Allah'tan Cenneti istemek, diğeri de Cehennemden Allah'a sığınmaktır.Her kim oruçluya bir yudum su verirse, Allah da ona benim mahşerdeki havuzumdan öyle bir su içirecektir ki, Cennete girinceye kadar bir daha susuzluk çekmeyecektir.(2

Monday, September 18, 2006

FENA HALDE MUTSUZ ADAM
Bir zamanlar bir tepenin üzerinde villada bir oğlan Çocuğu yaşarmış.
İyi de yaşarmış. Köpekleri ve atları, otomobilleri ve müziği severmiş.
Yüzmeye gider, futbol oynar, güzel kızlara bayılırmış.
Bir gün tanrıya "Büyüdüğüm zaman neler istediğimi buldum, uzun uzun düşünüp." demiş.
"Neler" demiş tanrı... "Bir büyük evde yasamak isterim.
ön kapısında heykeller olsun. Arka kapıda iki St.Bernard köpegi... Uçsuz Bucaksiz bir Bahce içinde...
Uzun, çok güzel ve çok musfik bir kadinla evlenmek isterim. Siyah sacli, mavi gözlü, gitar
çalan ve tatli tatli sarkilar söyleyen." "üç güçlü oglum olsun isterim ki, onlarla futbol oynayabileyim..
Büyüdüklerinde birisi büyük bir bilim adami, öteki senatör, üçüncüsü milli santrfor olsun."
"Ben bir seyyah olayim... Okyanuslara yelken acayim. daglarin zirvelerine tirmanayim, insanlari kurtarayim.
Bir Ferrari kullanayim yollarda..."
"Ne güzel bir hayal bu" demis Tanri..
"Mutlu olmani dilerim."
Bir gün oglan futbol oynarken ayagini inciltmis.
Ondan sonra degil daglara, agaclara bile tirmanamaz olmus. Okyanuslara yelken açmak da hayal olmus tabii.
Bunun üzerine pazarlama okuyup, tibbi malzemeler dagitan bir sirket kurmus.
Bir kizla evlenmis, çok güzel ve çok musfik. Ama uzun degil, kisaymis.
Saçlari siyahmis ama gözleri mavi degil, ela imis. Gitar çalamaz, sarki söylemezmis ama, harika yemek
pisirir, olaganüstü güzel kus resimleri yaparmis.
Isi dolayisi ile,kent disinda bir villada degil, kentte bir apartman teras katinda oturmak zorunda kalmis
ama evinin deniz manzarasi gene harika imis.
Iki St.Bernard besleyecek bahçesi yokmus ama evinde harika tüylü bir Ankara kedisi varmis. Üç kiz da
babalarini çok severlermis. Onunla futbol oynayamazlarmis ama birlikte denize, parklara giderlermis.
Uçurtma uçurduklari da olurmus. En küçükleri hariç tabii.
O gölgede bir agacin altinda oturur, gitari ile sarkilar söylermis.
Iyi para kazanmis ama öyle kirmizi bir Ferrari' si olmamis.
Bir sabah uykudan üzüntü içinde uyanmis ve en iyi arkadasina kosmus..
"Ben" demis. "Hiç mutlu degilim."
"Neden" demis arkadasi. "çocukken siyah saçli, uzun boylu, mavi gözlü, gitar çalip sarki söyleyen bir
kizla evlenmek isterdim. Oysa karim uzun degil, ela gözlü, gitarda çalamiyor."
"Karin çok güzel" demis arkadasi...
"Harika resimler yapiyor, enfes yemekler pisiriyor üstelik."
Adam dinlememis bile onu...
Bir gün karisina "Hiç mutlu degilim" diye dokmüs içini. "Neden" demis karisi.
"çünkü büyük bir Bahçe içinde bir villada yasamayi düslerdim, oysa 47.
katta bir apartman dairesine tikildim.
Iki St. Bernard'in yasayacagi bir bahçem olsun isterdim, hani nerede..."
"Konforlu bir apartmanda yasiyoruz" demis karisi...
"Oturdugumuz yerden okyanusu görüyor, gülüyor, egleniyor, birbirimizi seviyoruz.
Kedimizi oksuyor, güzel kuslarin resimlerini yapiyoruz. üç de harika çocugumuz var..."
Adam dinlemiyormus bile... Ruh doktoruna kosmus bir gün...
"Ben mutlu"deglim diye...
"Niye" demis doktor.... "çünkü ben bir gezginci olmak, okyanuslara acilmak, daglara tirmanmak,
insanlari kurtarmak isterdim. Oysa masa basi isim ve sakat bir dizim var simdi.."
"Ama sattigin tibbi malzemeler yiginla hayat kurtariyor.." demis doktor.
Adam dinlememis . Doktor da ona 100 Dolar vizite yazip yollamis.
Bir gün muhasebecisine "Ben çok mutsuzum" demis.."Neden" demis muhasebecisi.
"Ben kirimizi Ferrari'm olsun isterdim hep. Ve dünya umurumda olmasin.
Oysa ise metro ile gidip geliyorum. Bir yiginda sorunum var."
"Iyi giyiniyor, iyi restoranlara gidiyorsun. Bütün Avrupa'yi, Amerika'yi gezdin."demis muhasebeci.
Ama adam onu dinlemiyormus bile.
Muhasebeci adama 100 Dolar danisman ücreti fatura edip yollamis.
Onunda hayalinde kyrmyzy Ferrari varmis çünkü...
Adam, rahibe "çok mutsuzum" demis.
"Neden"demis rahip. "üç oglum olsun isterdim. Biri bilim adami, biri politikaci, biri sporcu.
Oysa üç kizim oldu. Birisi yürüyemiyor bile."
"Ama çok güzel ve çok zeki üç kizin var" demis rahip.
"Seni çok seviyorlar. Basarili da oldular. Biri hemsire, biri sanatçi, biri de müzik hocasi.."
Ama adam dinlemiyormus bile.öyle mutsuzmus ki hasta olmus sonunda.
Bir beyaz hastane odasinda, etrafi beyaz giyinmis hemsirelerle dolu yatiyormus. Vücudunda teller
hastaneye kendi sattigi kalp cihazina gidiyor, kollarin bagli serumlarla besleniyormus.Fena halde mutsuzmus
adam simdi. Ailesi, dostlari ve rahibi yataginin basina toplanmislar. Onlar da üzüntü içindeymis. Mutlu olanlar
sadece ruh doktoru ile muhasebecisi imis. Bir gece adam odasinda Tanri ile yalniz kaldiginda "Tanrim" demis..
"Hatirlar misin çocukken sana yalvarmis ve istediklerimi siralamistim."
"Hatirladim" demis Tanrı.. "Güzel bir hayaldi"
"Peki niye onlarin hiçbirini vermedin bana" demis adam...
"Verebilirdim" demis Tanri.. "Ama sana istemedigin seyleri vererek bir sürpriz yapmak istedim.
"Bak neler verdim sana. Bir güzel sevecen es, iyi bir is, yasanacak güzel bir ev. üç Tatli kiz evlat.
Bir araya getirdigim en güzel yasam paketlerinden biriydi bu"
"Evet" demis adam..."Ama bana benim gerçekten istediklerimi vereceksin sandim.."
"Bende seni, benim gerçekten istediklerimi vereceksin sandim." demis Tanri..
"Sen ne istedin ki?" demis adam hayretle.
Tanri'nin da bazi seyler istiyecegini hiç düsünmemis hayatinda.
"Sana verdiklerimle mutlu olmani istemistim."
demis Tanri. Adam karanlik odasinda sabaha kadar düsünmüs. Sonunda yeni bir hayal kurmaya karar vermis.
Yillar önce kurdugu hayalin yerine "Keske bunu hayal etseydim." dedigi bir hayal... Bu defa ki hayalinde
zaten sahip oldugu seyler varmis hep. Adam kisa zamanda iyilesmis, 47.kattaki dairesinde mutlu yasamis.
Kizlarinin sen sakrak sesleri, esinin derin ela gözleri ve harika kus resimleri arasinda mutlu oldugunu
hissedermis bütün gün... Geceleri de okyanusa yansiyan kentin isiklarinin dalgalar üzerinde oynasmasina bakar gülümsermis...
Sinir tanimadan büyük düsünmek... Hayal gücünü sonuna kadar zorlamak...
Ama elde ettikleri ile de mutlu olmayi bilmek... Tanri'nin insana verebilecegi en büyük iki nimet bu olmali...
Bakin bakalim, size neler vermis Tanri.

Sunday, September 03, 2006

Ülkenin birinde iki gerçek dost yaşarmış.Birinin malı,
malı gibiymiş.Anlaşılan o ülkede dostluk, bambaşkaymış...Bir gece ülkede herkes dalmış derin uykulara.Orada güneş battı mı, fırsat bu fırsat der,uykunun tadını çıkarırmış millet.Gece yarısı bizim dostlardan biri, fırlamış yatağından,koşmuş doğru dostunun evine.Uyandırmış hizmetçileri tatlı uykularından...Dostu, yukarıdan duymuş sesini. Hemen kaptığı gibi kılıcını, kesesini, koşmuş dostunun yanına...
"Hayrola!" demiş, merak içinde, soluk soluğa..."Sen, kolay kolay uyandırmazsın kimseyi,uykuyu da seversin üstelik.Kumarda kaybettiysen; al şu keseyi.Evini bastılarsa; işte buradayız ben ve kılıcım.Haydi gidip haklarından gelelim.Yalnız yatamaz mı oldun yoksa???Benim güzel cariyeyi al git öyleyse..."
"Yok a canım." demiş dostu... "Ne o, ne de bu.Rüyamda biraz düsünceli gördüm seni...Sakın başı dertte olmasın deyip koştum.Kusura bakma dostum!"Gerçek bir dostu olmak ne güzel bir şey!Derdini açmanı beklemez bile...Kendi bulup söylemek ister, belki sen çekinirsin diye.Sevdiği insanın üstüne titrer,bir düşten, bir hiçten nem kapar

Sunday, July 30, 2006

İşte bunlar aşktır!
Aslında aşk yok... Ya da var. Kim tanımlayabilmiş, kim doğrusunu bulmuş?..
Görmüş geçirmiş, epeyce yaşamış kişiler diyorlar ki, insanın yaşamına bir sürü kişi girer; hatta belki aynı anda iki-üç kişi birden vardır. Ama bunca kişi arasında birkaçı için farklı duygular taşırsınız. Ötekiler sıradandır, birkaç kişi farklıdır, işte bu aşktır. Peki, öyle olsun ama neden bu birkaç kişi farklı? Bunun yanıtı yok. Çevrenizde karşı cinsten pek çok kişi vardır; hoşturlar, yakışıklıdırlar, size karşı çok iyidirler, ama belki de siz en az hoş olanına, size en az iyi davrananına ilgi duyarsınız. Sevişmek ve öpüşmek yani dokunmak bile, onunla farklıdır. Neden? Fizikten mi kimyadan mı? Ben bilemiyorum nedenini, bir bilen olduğunu da hiç sanmıyorum. Nasıl anlayacağız peki âşık olduğumuzu, hangisinin "farklı" olduğunu?
Şöyle:
Yanınızdaki kişi horluyorsa, kaçıp gitmek veya onu tekmeleyip yumruklamak, gırtlağını sıkmayı istemek gibi duygular yerme, hafifçe dokunup öperek onu uyandırıyorsanız, bu aşktır.
Aşık olduğunuz kişinin bir başkasıyla daha birlikte olduğunu öğrendiğinizde, hemen onu terketmek yerine ne yapalım, bundan böyle poligam yaşayacağız demek ki diye düşünmüşseniz, bu aşktır.
Yemek yapmaktan nefret ettiğiniz halde, sevdiği bir yemeği hiç sıkılmadan pişiriyorsanız, bu aşktır.
Ondan telefon beklerken yapmanız gereken işe konsantre olamıyor, bir kitaptaki cümleyi üç-dört kez okuyor, evden çıkamıyorsanız, bu aşktır.
Seviştikten sonra hemen kalkıp giyinip eve gitmeyi ya da onun kendi evine gitmesini istemiyor da birlikte uyumayı istiyorsanız, bu aşktır.
Gitmeyi çok arzuladığınız bir konser ya da bir eğlenceden, o istemiyor diye vazgeçiyorsanız, bu aşktır.
Akşamı nasıl geçireceğinizi düşünürken, önceliği ona bırakıyor, ancak o olmadığında başka şeyler yapıyorsanız, bu aşktir.
Uzun zamandır unuttuğunuz bir duyguyu, örneğin özlem duygusunu, yeniden anımsamıssanız, bu aşktır.
En sevdiğiniz tatlıdan, yarısını değilse bile bir kaşık da ona verebiliyorsanız, bu aşktır.
Onunla birlikteyken, işkembe çorbasını sarmısaksız içiyorsanız, bu aşktır.
O, aşırı durumda nezle, öksürük ve gripken, geceyi onunla birlikte geçirmeyi başarabiliyorsanız, bu aşktir.
Orgazm olamadığınız zamanlarda sinirlenmiyor, ona sarılıp uyumaktan da o ölçüde keyif alıyorsanız, bu aşktır.
O asık suratlı, yorgun, sıkıntı içinde, hiç konuşmadan, gülmeden, sizinle ilgilenmeden oturduğu halde, siz de onun yanında uslu uslu oturup, o geceki partiyi kaçırdığınız için ah vah etmiyorsanız, bu aşktır.
Tek eşlilikten hoşlanmadığınız, poligamiyi savunduğunuz halde birdenbire tek eşli oluvermişseniz, bu aşktir.
Burnunda çıkan koca kırmızı sivilcenin onun güzelliğini bozmadığını düşünüyor, hatta arada bir uzanıp o sivilceyi öpüyorsanız, bu aşktır.
Bir sevişme sırasında canınızı acıtınca, içinizden okkalı bir küfür savurmuyor, o can acısı sonucunda bedeninizde oluşan morluklara sevgiyle, arzuyla bakıyorsanız, bu aşktır.
Yurt dışı gezilerinizde elinizde kalan son para ile kendinize parfüm alacak yerde, ona after-shave alıyorsanız, bu aşktır.
---
İşte böyle... Bazı kavramlara aşırı anlam yüklememek gerekir. Eğer bu anlattıklarımın birini, birkaçını ya da tümünü tanıyorsanız, işte o aşktır. Daha fazlasını ne yapacaksınız ki? Keşke herkes bu duygulan tadabilse.
Kadınca, Temmuz 1991